HOŞGELDİNİZ
SAYFAMA, KENDİNE, GÖNÜL EVİME HOŞ GELDİN
Hikâyeye bildiğimiz yerden başlayalım: Filmi başa saralım
Anne karnında çok güvenli bir ortamdaydın. Muhteşem, bir o kadar da o güvenli olmayan kocaman bir dünyaya açtın gözlerini. O muhteşem sistem senin içinde de vardı. Fakat aciz doğdun yardıma, güven duygusuna muhtaç! Doğumla ölüm arasında adına "yaşam“adı verilen çizgide ilerlemeye başladın.
Yaşamak çok güzel bir o kadar da zor ve ince bir sanattı. Ta derinlerde ihtiyacın, hakkını vererek yaşamaktı belki de. Oysa çoğunlukla kurulan yaşam sahneni yan tarafta seyrederken buldun kendini. Mutlu oldun, acı çektin, başarılı oldun başarısız oldun, sevdin, sevildin sevmedin, sevilmedin, yürüdün, durdun, güldün, ağladın. Acıyı, korkuyu hissetmemek adına kendine koruma duvarları ördün.
Zorlandığın yerlerde baş etme stratejilerinle, ikame tatminlerle, kaçışlarla baş etmeye çalıştın. Fakat nereye kaçarsan kaç bu beden, bu ruh bu zihin peşinden gelmeye devam etti. Koruma duvarların sarsıldı. Masa üstünde kaydedecek, bastıracak yer kalmadığında tüm biriktirdiklerinin bedenine rahatsızlık olarak yansıdığı zamanlar oldu. Dönüp bakmak zorunda olduğun yer yine o kaçtığın, nereye saklayacağını bilmediğin kendin olacak. Çünkü karanlık kilerinden biriktirdiklerinin, bastırdıklarının kokusu oturma odana yükselmeye başladı ve sen artık kaçamıyorsun. Sigmund Freud'un “İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan korkunç şekilde tezahür ederler.” sözü tam da burada anlam bulmaya baslar.
Her şeyin hızlandığı, stresin yaşamın büyük bir kısmına hâkim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yetiştirilme tarzımız, toplumsal şartlamalar, içsel mekanizmalarımız, dışardan bize dayatılanlar, bilinçaltı, kolektif bilinç, genetik biliminin söyledikleri ve daha birçok mekanizma yaşamımızı etkiliyor. Bir de bilinçaltı dediğimiz, yüzde doksana yakın kontrolünde yaşadığın bir dipsiz kuyuyla dolaşıp, geri kalanla kendini tanıdığını sanıyorsun. Sırtında onca yük. Bir de üzerine gelişmiş toplum adı altında yaratılmış "Post modern" insan hapishanesi; hep mutlu olmak zorundasın, nasıl beslenmen, nasıl oturman, nasıl kalkman gerektiği, nasıl güzel olman gerektiği sana dikte ediliyor. Her duygunun karşıtıyla anlamlı olduğunu unutup salt mutluluk peşinden koşarken unuttuğun doğan! Geçmişin pişmanlıklarının yanı sıra yapılan sayısız sigortalarla burada olmayan bir zamanı kontrol altına almak için oluşturulmuş korku kültürü!
Bir de ta derinlerde ölüm gibi bir bilinmezlikle oradan oraya koşuştururken ruhlarımızın bize yetişemediği şu zamanlarda terapiye gitmek için hastalanmayı beklememek gerektiğini artık anlama zamanı.
Tüm rahatsızlıkların kaynağı korku ve stres. Tüm korkuların en temelinde ölüm korkusu var. Bu da insanı doğumla ölüm arasındaki o adına "yaşam" dediğimiz yolda anlam arayışına itiyor. Mutlu olmak istiyorsun, huzurlu olmak istiyorsun, iyi ilişkiler kurmak istiyorsun. Sevmek, sevilmek istiyorsun. Ölmeden önce gerçekleştirmek istediklerin var.
Peki, istediğin, düşlediğin yaşamla şu an yaşadığın yaşam arasındaki mesafenin neresindesin?
Bir tarafta iş, güç, aile, roller, diğer taraftan sorular soruyorsun yaşama; Gel senin soruların üzerinden ilerleyelim:
- Yaşadığın, unutamadığın, hatta unuttuğunu sanıp bastırdığın travmalı anılar yaşamını zorlaştırıyor mu?
- Uzlaşamadığın korkuların mı var?
- Kendini ifade edemiyor musun?
- Ya içindeki çocuklar ne âlemde?
- Anlamsız bulduğun halde bırakamadığın alışkanlıkların mı var?
- Konfor alanından çıkmaktan mı korkuyorsun?
- Panik atak nöbetleri mi geçiriyorsun?
- Öfke patlamaların mı var?
- Suçluluk duygusu mu hâkim yaşamına?
- Her şey mükemmel olsun diye kendini yiyip bitiriyor, yoruluyor musun?
- Yoksa ne aradığını bilmiyor, kendini kaybolmuş mu hissediyorsun?
- Yap-bozlardan yoruldun, anlamsızlık ve boşluk mu yaşıyorsun?
- Yaşamdan keyif almıyor musun?
- Çocuklarınla istediğin ilişkiyi kuramıyor musun?
- Evliliğinde/ birlikteliğinde sorunlar mı yaşıyorsun?
- İlişkilerinde çok yaralandığın için farkında olmadan yalnızlığı mı seçtin?
- İş arkadaşlarınla, patronunla sorun mu yaşıyorsun?
- Defalarca diyet yaptığın, her yolu denediğin halde kilo veremiyor musun?
- Toplum önünde konuşmaktan mı korkuyorsun?
- Kapalı alanlarda, büyük meydanlarda olmaktan mı korkuyorsun?
- Hep aynı tip kadınla/erkekle ilişki yaşayıp neden bu döngü değişmiyor diye şikâyet mi ediyorsun?
- Sınır koyamıyor, hayır demekte zorlanıyor, başkalarını kırmaktan korkup kendini kırmayı mı yeğliyorsun?
- Kadın yanını, erkek yanını, cinselliğini yaşıyor musun?
- Başaramamaktan hatta başarmaktan mı korkuyorsun?
- Belki istediğin birçok şeyi gerçekleştirdin hepsi bu kadar mı diyorsun?
- Kendine defalarca tekrarladığın halde pratiğe geçiremediğin durumlar mı yaşıyorsun?
Kendini özlediğin hayata, çok uzak ve umutsuz mu hissediyorsun, Neden hep aynı döngüleri yaşıyorum diye isyan ettiğin yerde misin yoksa nasıl değiştireceğim dediğin yerde misin? Daha birçok soru. Sen de kafandaki soruyu bu listeye ekleyip kendi sorunla gelebilirsin.
Şimdi bir es ver. Sadece dur, sadece bak ve hisset. Evet, çok iç açıcı değil durum fakat senin bunların hepsini iyileştirme, kanatlarını takabilme yetin var. İlk aydınlanma bunların farkında olmak…
Her türlü doktora düzenli kontrole gidiyorsun, yüzüne bakım yaptırıyorsun, kas yapmak için spora gidiyorsun. Arabana dahi düzenli bakım yaptırıyorsun. Ne kadar çarpıcıdır ki en çok bakıma ihtiyacı olan ruhuna bakım yaptırmak için, son aşamayı hastalanmayı bekliyorsun.
Artık değiştirmek, dönüştürmek istiyorsun!
Şimdi sahnede aktif rol alıp yaşamının içinde kendi yaşam senaryonun başrolünde olmak istiyorsun. Fakat ayağına takılanlar var; toplumsal şartlanmalar, roller, korkular, yaşanmış travmalar, değersizlik duyguları. Kısacası sen sandığın sana ait olmayan, amirlik yapan kat kat giysilerle dolaşıyorsun. Belki hepsini bir bir çıkarıp üzerinden, ayağındaki prangaları çıkarıp uçmak istiyorsun.
Peki, nasıl olacak bu?
En temelinde iki duygu var; Korku ve sevgi. Diğer tüm duygular bu duyguların alt duygusu. Peki, nasıl sevgiyi seçeceğiz? Hep duyduğumuz öz şefkati nasıl yasayacağız? İşte asıl iş orada başlıyor. Kendinle dahi uzlaşamıyorsan, ilişkilerinde nasıl harmoniyi yasayacaksın? İşte tüm bu sorular çözümün kendimizde olduğunu gösteriyor. Hacı Bektaş-i Veli’nin "Her ne arar isen kendinde ara", Ghandi'nin "Dünyada yapmak istediğin değişiklik kendin ol "sözleri burada anlam kazanıyor. İşin kolay çünkü işin kendinle, bir o kadar da emek istiyor çünkü hep dışarıyı değiştirmeye çalışmaktan yoruldun, inşaat alanlarına bakmadın!
Benim işim; senin, seninle buluşmana eşlik etmek. Evet, Yunus Emre’nin dediği gibi "Bir sen var senden içeri" Bu bağlamda yaptığım bireysel seanslarla, seminerlerle, grup çalışmalarıyla sana eşlik etmek asıl odağım. Sen de doğandaki akışın muhteşemliğini arıyorsan belki şikâyet ettiğin dertlerindir dermanın ve bilmelisin ki hastalıklar ceza değil; haberci ve sana yol oluyor!
Organik rahatsızlıkları çıkardığımızda geriye kalan tüm bedensel rahatsızlıklar dahi ruhsal R. Dahlke'nin "Hastalıklar ruhun bedene yansımış çığlıklarıdır’’ sözünün anlam bulduğu yer. "Bir derdim var bin dermana değişmem" deyişini hatırla!
Bu durumda şikâyet ettiğimiz durumlar, kişiler ve ilişkiler aslında sadece tetikleyen sorunun, acının kaynağı bizde, gelenlerde orayı iyileştirmek için ilişki sahnelerimize zıplayan iç çocuklarımızın karşılaşmaları, aynalarımız. "Bize acı veren durumlar değil durumlara karşı takındığım tavır" diyor Wiktor Frankl. O halde tavrını değiştirme vakti. Problemleri oluştuğu boyutta çözemezsin. Semptomda değil, sebepte çözmeye sorumluluk almaya hazır mısın?
O halde kendi önünden çekil!
Kapımı, kalbimi, alanını açtım bekliyorum seni Minik bir adim at kendine, o doğumunla getirdiğin, içindeki muhteşemliği hatırlama vakti! Kendi şarkını söylemek, kendi destanını yazmak, yaşam sahnende başrol almak istiyorsan, Kendine dair, hatta bu dünyaya dair bir hayalin varsa Vakit bu vakit!
Sorumluluk almaya hazır mısın? Kendi biricikliğini, doğanda hâlihazırda muhteşem olan halini hatırlamak ister misin?
Kalbinde bir çağrı oluştuysa, sorularım sana da dokunduysa doğru sayfadasın. Tüm yazılanları sonuna kadar okuduysan en önemli kısmındasın "Farkındalık!" En büyük adımı attın. Bunu yapabilecek güç senin içinde! En çok benimsediğim Hümanisttik terapi akımının öncülerinden Friz Perls’in ‘’Gestalt bakış açısı’’ burada anlam bulacak. "Her insan, her zaman için seçme ve kendisini yeniden yaratma güç ve yeteneğine sahiptir.
Şimdi senin kararınla, birlikte tohumu ekeceğiz. Yeşertmek büyütmek senin işin olacak Bunu yapabilecek güç senin içinde! Benim işim biriktirdiklerimle, öğrendiklerimle deneyimlediklerimle, uygulamalarımla, kalbimle senin müsaade ettiğin yerde, nötr yerden sana rehberlik etmek
Sen değilsen kim? Şimdi değilse ne zaman?
Hz. Mevlana ile nokta koyalım. "Eğer can konağını arıyorsan bil ki sen cansın."